Ek bilgi
Yazar: | |
---|---|
Çevirmen: | |
Orijinal Adı: | L’échange Symbolique et la mort |
Sayfa Sayısı: | 426 |
ISBN No: | 978-975-6193-88-4 |
Yayın Tarihi: | Aralık 2011 |
Boyutlar: | 21 cm x 13,5 cm |
Modern toplumsal örgütlenme biçimi, ilkel toplumlarınki gibi, simgesel değiş tokuş üzerine oturmamaktadır. Modern toplumlar belki de bu yüzden, değer yasasının beklentilerine yanıt vermeyen bu simgesel düzenden, ölümden korkarcasına kaçmaktadırlar.
Marx’tan bu yana belli bir devrimci düşüncenin, değer yasasından sıyrılmaya çalışmış olduğundan kuşku duyulamaz; ne var ki, bu, uzun bir süre önce kitabına uydurulmuş bir devrim düşüncesidir. Hiç kuşkusuz psikanaliz de bir saplantı haline getirdiği bu simgesel düzenden, onu, bireysel bir bilinçaltı içine tıkıp, Baba Yasası, iğdiş edilme ve gösterilene indirgeyerek, kaçmaya çalışmaktadır. Simgesel düzene hep bir Yasayla karşı konulmaya çalışılmaktadır. Yasadan kaçabilmek imkânsız gibidir.
Oysa her türlü ekonomi politik ve libidinal ekonomi anlayışının ötesinde kalan; her an tanık olduğumuz değeri yok etme ilkesi üstüne oturan bir toplumsal ilişki biçiminin, bize, model olarak ilkel oluşumları işaret ettiği görülmektedir. Bu eski toplumların kesinlikle ütopik olduğu söylenebilecek yaşam biçimleri, toplumumuzun tüm katmanlarında çatlaklara yol açabilecek özelliklere sahiptir. Bu kitap emek, moda, vücut, ölüm, şiir dili gibi çeşitli alanlardan yola çıkarak oluşturdukları bu tabloyu çözümlemeye çalışmaktadır. Bu metin, günümüzde halen yerleşik disiplinler olarak kabul edilen bu alanları birer simülasyon modeli olarak değerlendirmekte ve çözümlemektedir. Hangisi doğrudur: gerçekliğe ayna tutmak mı, yoksa kuramsal bir meydan okuma mı?
Verileni fazlasıyla iade etme uygulamasıyla süreci tersine döndürmek, değiş tokuşu kurban etme uygulamasıyla tersine çevirebilmek; zamanın döngüsellik, üretimin yok etme, yaşamın ölüm tarafından tersine çevrilmesi; anagramın her dilsel terim ve değeri tersine çevirmesi; sonuç itibarıyla bütün bu alanlara egemen olan zaman, dil, ekonomik değiş tokuşlarla, birikim üstüne oturan çizgisel bir iktidar anlayışına son veren biçimin adı, tersine çevirmedir. Tersine çevirme bizim açımızdan ölmek ve yok edilmek anlamına gelmektedir. Simgesel, yok edici ve öldürücü bir biçimdir.
Yazar: | |
---|---|
Çevirmen: | |
Orijinal Adı: | L’échange Symbolique et la mort |
Sayfa Sayısı: | 426 |
ISBN No: | 978-975-6193-88-4 |
Yayın Tarihi: | Aralık 2011 |
Boyutlar: | 21 cm x 13,5 cm |
Jean Baudrillard , 1929-2007) postyapısalcı felsefe ve postmodernizm üzerine çalışmalarıyla ünlenmiş bir düşünürdür. Sorbonne Üniversitesi'nde Almanca okudu. Mezun olduktan sonra bir süre eğitim kurumlarında Almanca öğretti. 1950-1960’lar arasındaki dönemde, Cezayir sorunu yaşamını ve düşüncesini fazlasıyla etkilemiştir. Almanca öğrettiği bu dönemde sosyoloji dalındaki doktora tezine de devam etti. 1966’da doktora tezini bitirdi. Eyül 1966’da Université de Paris-X Nanterre'de asistan oldu. 1968'deki öğrenci eylemlerinin etkisinde kaldı, Yapısal Marksizm ve medya teorileriyle ilgilendi. 1972’de aynı üniversitede, profesör olarak, sosyoloji öğretmeye başladı. 1987’den 1990’a kadar Université de Paris-IX Dauphine’de görev aldı. Çok sayıda önemli esere imza atmıştır.
Eğer doğal dünya bize bağışlanmış olan bir şeyse, bu durumda ona bir karşılık verilmesi gerekmektedir. Karşılık verilemiyorsa bu durumda doğal dünyanın yok edilmesi gerekir. İnsanlık da doğal dünyaya karşı bu şekilde davranmakta ve modernleşmenin başlangıcından bu yana onu garip bir şekilde yok etmeye, soyut bir varlığa dönüştürmeye ve kendisinden tamamıyla kurtulmamızı sağlayacak egemen bir yapı oluşturmaya çalışmaktadır. Sanırım doğal dünyanın yerine kendi ellerimizle oluşturduğumuz dünya boyutlarına oluşan bir güç koyarak, aynı boyutlara ulaşan teknolojik bir dolap çevirerek, yani denetim altına alınabilen bir evren oluşturarak başlangıçtan bu yana bize bir karşılık beklenmeden verilen ve kıymetini bilmeyerek yitirdiğimiz her şeyin zihnimizde yol açtığı kaygıdan kurtulmaya çalışıyoruz.
Osmanlı döneminden bugüne kadar dansla kurduğumuz ilişki, dansa yüklediğimiz anlamlar ve dans etrafında kurduğumuz söylemlerde tarihsel olarak önemli kırılma noktaları oldu. Cumhuriyet dönemi boyunca oynamak kırsal alanın veya kentleşmemiş bir nüfusun geleneksel eğlenme biçiminin hareket alanını temsil ederken, dans olarak nitelendirilen faaliyetlerden genellikle Cumhuriyetin modernleşme sürecinde icra edilen şehirli, Batılı kültürel formlar anlaşıldı. Rakstan Oyuna, bu bağlamda Arzu Öztürkmen'in son otuz yıldır sürdürdüğü dans araştırmaları çerçevesinde kaleme aldığı yazıların derlemesinden oluşuyor. Bu yazılar hem Osmanlı hem de Cumhuriyet dönemindeki dans icralarını tarihsel bağlamları içinde ele alıyor. Kitap, bir yandan 16.-18. yüzyıl arası Osmanlı şenlikleri ve 19. yüzyılda Jön Türk döneminin bedenselliğe ve modernleşmeye olan merakı, ve Cumhuriyet dönemi içinde halk oyunlarına olan ilgi çerçevesinde gelişen yeni hareket sistemlerine odaklanıyor. Osmanlı şenlik minyatürleri her türlü gösterinin yer aldığı festival ortamlarının neredeyse etnografik bir tasvirini verirken, halk oyunlarının kendi küçük yerelliklerinden Ankara Halkevi bayramlarına taşınırken sahne düzenine, ve adına 'folklor oynamak' denen yeni bir hareket sistemine doğru geçiş yapıyorlardı. Rakstan Oyuna, bu bağlamda, biraz da dansın Türkiye'deki eğlence kültürüyle olan yakın alakasını da ortaya koymaya çalışmaktadır.
D&R'DAN SATIN AL IDEFIX'TEN SATIN AL
Temsil etmenin sona erdiği bir çağda yaşıyoruz. Sorun artık temsil etmek değil modaya uymaktır. “Siyasetçiler” umarsız bir şekilde modaya uymaya çalışıyor; başka bir deyişle yaptıkları konuşmaların önceden belirlenmiş özel efektler, ortam ve performanstan ibaret olduğu söylenebilir. Yaymaya çalıştıkları ideoloji, sahip olduğumuz sağlam ve samimi inançlarda en ufak bir değişikliğe yol açmıyor.
Bu, bir gösteriye dönüşmüş siyaset ve medya profesyonelleri zaferidir. Kendini hâlâ “ilahi” özellikler taşıyan, şeffaf, erdemli ve ahlaklı, yerleşik değerlerle kesinlikle tarihe mal olmuş değerlerin temsilcisi olarak gören sol ise hezimete uğramıştır. Bu durumda kitlelerin ironik duyarsızlıklarına muhatap olmaktan başka seçeneğe sahip olamaz.
1978-1984 yılları arasını kapsayan bir dönemde solla ilgili bu günlük, yeni duyarsızlık stratejileriyle oynamasını bilenlerin kazanacağı bir simülasyon evreninin çözümlemesini yapmaktadır.
Esra Özyürek bu kitabında, laik devlet ideolojisi, politikası ve sembolizminin ev, işyeri, piyasalar, sivil toplum gibi özel alanlarda nasıl yeni bir hayat ve meşruiyet bulduğunu anlamaya çalışıyor. Yazar ‘nostalji’ ve ‘toplumsal bellek’ kavramları üzerinde sıklıkla durarak geçmişe, özellikle de cumhuriyetin ilk yıllarına duyulan özlemin, toplumun belirli bir kesimini nasıl harekete geçirdiğini ve kamusal-özel, siyasal-siyasal olmayan, meşru-gayri meşru diye görülen alanlar arasındaki hızla aşılan sınırları araştırıyor. Türkiye’de siyasal alanın ve devlet-yurttaş ilişkileri zemininin kendine özgü ama küresel gelişmelerle bağlantılı bir tarzda nasıl değiştiğine odaklanıyor.
Yazar neoliberal sembollerin popülerleşerek, güçlü devlet ideolojileri ve devlet güdümlü modernleşme projelerinin nostaljik anılarıyla yeni bağlamlara tercüme edildiğini gösteriyor. Özelleştirme, piyasa tercihi ve iradecilik gibi neoliberal sembollerle Kemalizmin devletçi, ulusalcı ve modernist ideolojisinin sembollerinin 1990’larda beklenmedik bir şekilde iç içe geçişini irdeliyor. Kemalist siyasal, entelektüel ve askerî elit ve onların destek gördükleri sivil kesimlerin, siyasal İslama karşıt olarak, kendi ideolojilerini ve mevkilerini korumak için devlet otoritesi dışında piyasa güdümlü neoliberal sembollerden sık sık yararlandıklarını savunuyor.
Esra Özyürek bir antropolog olarak bu kitabında, “içeriden bildiği” Türkiye’ye dışarıdan bakıyor.
D&R’DAN SATIN AL IDEFIX’TEN SATIN AL
Yeni çıkan kitaplardan, özel indirimlerden haberdar olmak için bültenimize üye olun.
© 2017 - Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi. Tüm hakları saklıdır.
Send this to friend